Anne – Kız İlişkileri Üzerinden ‘’Nesiller arası Cinsiyet Aktarımı’’ – 1

Kadınlık ve annelik kavramlarına tarihte, mitolojide, edebiyatta (roman kahramanları) sıklıkla yer verildiğini ve psikolojide pek çok kuramda farklı açılardan ele alınarak klinik deneyimlerle açıklanmaya çalışılmış olduğunu görüyoruz.
Bu makalede, kadının anneliğe geçiş sürecinde, ‘kadınlık’ ve ‘annelik’ kavramları arasındaki köprüyü sağlamlaştırıp bunu gelecek kuşağa (yani kızına) aktarımı ve bu süreçte yaşananlar anne – kız ilişkisi bağlamında üç kuşak üzerinden ele alınmıştır.
Anneden kızına kadınlığın iletimini anlamaya çalışırken her şeyden önce ‘kadınlık’ olgusunun anlaşılması, kız çocuğun anneyle kurduğu ilk ilişki, çocukluk ve ergenlik döneminde yaşanan çatışmalar, annenin kendi kadınlığının farkında olması ve akabinde kızıyla kurduğu çatışmadan arınmış bir özdeşleşme sonucu bu iletimin gerçekleşmesi ve tüm bunların altında yatan dinamiklerin etkilerinin bilinmesi gerektiği kanısındayım.
Kız çocuğun ilk nesnesi annedir (ve anne memesi), dolayısıyla bu ilk nesneyle kurduğu ilişkiye yüklediği bilinçdışı anlamı (iyi – kötü) yaşamının geri kalan bölümünde farklı nesnelerle kurduğu ilişkilerde yeniden bulur. Bu anlam ileride kız çocuğun hem bireysel, hem de toplumsal hayatta izlerini taşıyacaktır (cinsel doyum, evlenme, annelik, toplumsal roller, kişilerarası ilişkiler vb). Geleceğin kadını olan bu küçük kız için anne ilk aşk nesnesi olmasının yanında aynı zamanda onun için bir rakiptir de. Aynı fizyolojik özelliklere sahip olmaları, onların ilişkilerini anne-oğul ilişkisine kıyasla daha karmaşık ve çatışmalı kılar.
Bu noktada çocuğun annesine yaşamının ilk dönemlerinde yaptığı yatırım (karşılıklı olarak) kadınsılığın alt yapısını oluşturması bakımından oldukça önemlidir.
Kız çocuğun cinsel gelişiminin sağlıklı bir temele oturtulabilmesi için hem ilk nesne olan anneden ayrışması, hem de kadınlığa giden yolda ilk adımı atması adına anneyle özdeşleşmesi gerekmektedir. Bu süreçte çocuğun yaşadığı ikircikli duygular, dönemin sancılı bir şekilde geçirilmesine (veya takılı kalmasına) yol açar.
Çocuğun okul öncesi dönemde yaşadığı çatışmalı durum ise bu süreçte aşılması gereken ikinci engel olarak karşımıza çıkar. Burada esas nokta, kız çocuğun bilinçdışında erkekten farklı bir cinsel organa sahip olduğunu fark etme ve bunu bir eksiklik olarak algılama konusudur. Penis eksikliğinden dolayı anneyi sorumlu tutan çocuk onunla özdeşim kurmaya direnç gösterebilir. Bu direnç yetişkinlik yaşamına taşındığı takdirde kız çocuk annesine benzemeyen bir kimlik geliştirme eğilimi sergileyebilir. Örneğin annesi gibi (kadınlığa özgü) giyinmeyebilir, makyaj yapmayabilir (ya da anneye duyduğu hasetten dolayı ondan geleni kabul etmeyebilir).
Yine bu çatışmalı dönemde kız çocuk annesinden çok korkarsa , babaya yönelip ona yeterince güçlü bir şekilde bağlanamaz. Dolayısıyla içsel çatışma su yüzüne çıkmadığından dolayı çocuk duygularını/gereksinimlerini ifade edemez ve annede takılı kalır.
Bu evreyi sağlıklı bir şekilde geçirebilmek için anneden babaya nesne değişiminin gerekliği kilit bir nokta olarak karşımıza çıkmaktadır. Anne kızının bu çatışmalı döneminin çözümünde ona destek olmalı, ileriye dönük kızının içindeki ‘cinselliğini kazanmış kadın’ı kabullenmelidir. Bu, kadınlığa giden yolda önemli bir noktadır.
(Yazının devamını ANNE – KIZ İLİŞKİLERİ ÜZERİNDEN ‘’Nesiller arası Cinsiyet Aktarımı’’ – 2 başlığı ile bir sonraki makalede bulabilirsiniz)
Hande KUTLU, M.A
Uzman Psk. Dan.